Yaptığım işin yapısı gereği çevremde benden en az 10-15 yaş küçük erkekli/kızlı çok arkadaş var. Günümün büyük bölümünü onlarla geçirdiğim için ve yemek,seminer,davet gibi belli sosyal okazyonlarda iş harici konulara , ki konuların çoğu yaşadıkları ilişkiler/evlilikler üzerine, değinildiği için onları dinleme ve durumları benim zamanımla karşılaştırma fırsatım oluyor. İşin doğrusu,yaşanılan ilişkiler konusunda çıkan sonuç çok şaşırtıcı ve üzücü.
Buna göre İlişki ;tamamen kişinin kendi hayatı için yarattığı "beklentilerin",kriterlerin "seçeceği" partneri tarafından karşılanması anlamına geliyor. İlk görünüşte bu yorumda bir sıkıntı olmasa gibi görülse bile detaya inince durum oldukça vahimleşiyor:
Kızlara baktığında "seçeceği" partnerin öncelikle eğitiminin iyi olmasını, kendi içinde bulunduğu sosyal statüyü en azından sürdürebilecek kudrette olmasını,en azından aynı statüde olmasını, iyi bir işinin olmasını, direkt olarak söylenmese bile varlıklı olmasını bekliyor, doğal olarak bu bağlamda bu gereklilikleri sağlayabilecek adamlarda hayatta biraz yol almış yani onlara göre 5-10 yaş daha büyük kişiler oluyor. Bütün bunlar tamam ise, adamda quasimodo gibi fiziksel olarak felaket bir durumda değilse checkliste göre geçer not alıyor ve ilişkiye başlanıyor.
Erkeklerde ki kriterler az ama farklı, öncelikle kız güzel olacak,bakımlı olacak, gitttikleri ortamlarda duruşuyla/konuşmasıyla sırıtmayacak kendisini küçük düşürmeyecek vaziyette ise, "aday" başlangıç için uygun diye algılanıyor.
Üzücü olan şu ki, ilk görüşte aşk kavramı, onu gördüğünde heyecandan ne yapacağını bilememe durumu, gülmekten, eğlenmekten, mutluluktan neredeyse ağlayacak durumda olunma, şehvet, beraberce çeşitli çocuksu delilikler yapma isteğinin olması, yine beraber çeşitli hedefler koyma,başarmaya çalışma mutluluğu diye bir şey yok,hele hele kişinin dürüstlük, merhamet, iyilik,..vs gibi manevi değerleri hiç mi hiç önemsiz.Başka bir (ne demekse) sosyal sınıftan(!) birisiyle beraber olmak ,kabullenecek durum değil konumunda. Olay duygudan bağımsız,full mekanik. Bir butikten giysi veya bir araba galerisinden araba alır gibi: motor iyi mi iyi, otomatik mi, dizel mi, deri döşeme, sun roof,cruise control var mı ?var,marka?iyi o zaman sorun yok mantığında. Ağabey geçen gün bir 68 model bir mustang gördüm, heyecandan öldüm aklımdan çıkmıyor,istiyorum hazzı yok yani. Kızlar "taken care of" olmak istiyorlar,erkekler ise yanlarında dolaştıracak görsel obje peşinde.
İlişkilerin 1 ayı bu şekilde değerlendirme ile geçiyor, eğer "seçilen" kişide öngörülen kriterlerde bir problem varsa hop vakit kaybetmeden olay bitirilip tekrar çevre/aile tarafından yaratılan havuzdan yeni birini seçme durumuna dönüyor. Seçim yapılıyor yani, anlaşılır gibi değil, olay seçime döndüğünde zaten otomatik olarak aşk kelimesi diye bir şey kalmıyor, duygu kelimesinden ya kimsenin haberi yok, ya da umurlarında değil.Meşhur "Aşk karın doyumuyor" lafı gibi!
Devam edelim:
Diyelim değerlendirme süreci iyi geçilmiş ve yaş 25-30 bandında ise 6-12 ay içinde ,daha birbirini tam tanımadan olay evliliğe dönüyor.Şatafatlı düğünler,"scent of a woman" müziği eşliğinde yapılan ilk tangoyla açılışı yapılan evlilik, creme de la creme semtlerde kiralık evlerde oturma, yazın bodrumlar,çeşmeler, kışın yurtdışı seyahatleri ile sürüyor ve hayat öyle daha palazlanılarak devam ediyor.Bir sonra ki adım çocuk safhası.Partnerle arasındaki paylaşım/iletişim düzeyi ise oldukça minimal.Dost ortamlarında erkeklerin purolarını yakarak ya maçlardan,ya yeni hobilerinden, kadınların ise yine kadınlarla çocukları ve yapacakları tatiller üzerine yaptıkları haremlik-selamlık sohbetler ise olayın standart bir resmi şeklinde.
Film biraz ileri sarıldığında ise yola "güven" kriterleri bazında çıkılan sözde mükemmel ilişki, monotonluk,heyecansızlık ve mekaniklik sürecinin öne çıkmasıyla erkeklerin iş yerindeki kadınlarla kurdukları ilişkiler veya yaptıkları seyahat kaçamakları ile, kadınların ise hobi olarak yaptıkları spor/sair aktivite hocaları ile yaşadıkları farklı boyutta heyecanlar ile veya erkek/kadından bağımsız aile dostları ile yaşadıkları ilişkiler ile çok farklı bir vodvil sürecine giriyor.
Tam körler sağırlar birbirini ağırlar durumu yani..
Final durumda ise olaylar ya kadının; eh ne de olsa adam benim rahatımı sağlıyor, erkeğin ise evim var, düzenim var bozmayayım mantığında 3 maymunu oynayarak idare edilmesi veya görsel olarak muhteşem bir düğünle başlayan döngünü, türlü rezilliklerin yaşandığı boşanma süreçleri ile nihayetlenmesi ile finalize oluyor.
Durum doğal acıklı ama kimse kendisinde suçu aramıyor! İlk başlarda ilişki için olmazsa olmaz diye koymuş olduğu kriterlerin bir tüm olarak çürük temelli olduğunu, aşksızlığın,sevgisizliğin yer aldığı veya tamamen mekanik şartlara dayanan ilişkilerin zaten eninde sonunda falso vereceğini insan anladığında zaman epey ilerlemiş oluyor.
Hayatta çocuk ruhunuzu hiç kaybetmemek gerekmekte,Eğlencesi ile, delilikleri ile,çocuklukları ile, yaşanılan ve tamamen heyecana dayanan ilk aşklar gibi süreçlerin hayatınızın sonuna kadar sürmesi temennisi ile..
Fuck what the environment around you cares, live a life where majority is ruled initially by your heart..
Yabancı
Sordu:
"Sen üstelik azınlıksın, daha fazla korkman gerekmiyor mu senin başına gelebileceklerden? Yabancı pasaportunda var ne duruyorsun?"
Cevap verdim:
"Bak, biz korkmamayı bir yaşam biçimi olarak öğrendik: büyükbabam seyyar satıcıyken, mağazaları oldu zenginleşti, ikinci dünya savası sırasında hem varlık vergisini gördü hem olası bir Alman işgali veya Türkiye'nin Alman yanlısı Axis kuvvetlerine katılımı paralelinde yeri bile Istanbul Sutluce olarak belirlenmiş tecrit kampı ve gaz odaları tehdidi ile yaşadı. Babamın Beyoğlu'nda bulunan mağazası 6-7 Eylül olaylarında talan edildi, annemin anlattığına göre top top kumaşlar 3 er santimlik şeritler seklinde kesildi,sıfırdan tekrar başlanıldı, halam istanbul'lu bir Rum'u sevdi,evlendi.1970'lerde kocası ile beraber Kıbrıs olayları arifesinde polis eşliğinde sınırdısı edildiler.Biz azınlık olarak bunları yasadık, ama bu ülkeye, ulkeMİZE o kadar asıktık ki hiçbir zaman gitmedik, Ingiltere doğumlu annem Maureen, bu sevgisinden Meral olmayı, Turk olmayı, vatanın neresi olarak görüyorsun dediklerinde Türkiye demeyi seçti.Ne olursa olsun korkmamayı, gitmemeyi büyük bir ask ile sevmeyi sözde azınlık özde Turk olmayı sectik biz. Dolayısı ile bana ne olacaksa o olur zamanı gelince, ama bu ülkede olur, çünkü benim başka bir yurdum yok"
Beklemiyordu böyle bir cevabı,
Eklemek durumunda kaldım:
"Bir korkum var ama"
"Nedir?" diye sordu
"Tibet" dedim, "Aklı erdiğinde, görmeyi, yorumlamayı anladığında ya bu yaşananlar nedir? Gidilen yol nedir? 90 kusur sene evvel zamanına göre bu kadar ileride olan bir yer nasıl bir zihniyetler geriye çekilmek istenir deyip, bu ülkede yasamanın askını tadamadan çekip gitmesinden korkuyorum..."
Öğrenmenin Yaşı Olmaz
Hayatımın 2/3 ünü geçirdikten sonra öğrendiğim konu!
1. layer/2. layer ...x inci layer yakınlık derecesi ne olursa olsun farketmez, ailenle kesinlikle iş yapmamam gerektiğini zaten 18 yaşımdan beri biliyordum, ama bilmediğim aslında ailenden maddi içerikli veya değil hiçbir favor istememem konusu idi.
Öğrenmiş oldum 44 ümde.
Ulan bu para mevzusu ne boktan şeymiş!
"İş" işte...
Genelde pazar günleri uğrar valide hanım,beni görmeye.Konuşacak pek fazla ortak noktamız olmadığı için dönüp dolaşıp bana işimi sorar,ilk başlarda yaşadığım sıkıntılardan,zorluklardan bahsederdim, o da her zaman bilmiş edasıyla her işin zor olduğunu,kendi işininde zor olduğunu anlatır beni bayardı.Zamanla bu soru sorulduğunda "iş" işte deyip kısa kesmeyi öğrendim,sonuç itibari ile haftasonları benim sevmediğim işimi düşünmek istemediğim zamanlardı.
Valide hanıma da hak vermek lazım,sonuç itibari ile İngiltere'nin Huddersfield denilen ufak bir şehrinden gelmiş,fabrika da işçi olarak çalışmış bir babanın kızı ve çocukluğu oldukça zor geçmiş birisi olarak, üniversite okumaya Türkiye'den gelmiş birisine aşık olup tek başına Türkiye'ye gelmiş.Yıllar boyunca karakteri paralelinde gerek mağazada çalışarak,gerek İngilizce dersleri vererek,gerek Amerika'lılarla corporate hayatta çalışarak, ve en son bir ortakla tekstil işine girmiş.İş hayatında sürekli sabah 7 akşam 7 şeklinde vargücüyle çalışmış ve 0'dan bir yer edinmiş.Gitgide tüm hayatı iş olmuş,şu anda 75 yaşında bile aynı tempoyla,aynı hırsla çalışmaya devam etmiş.Hayattan zevk almış mı orası soru işareti?
Boğaziçi İşletme'yi bitirirken hocalarımız hep "sizler Türkiye'nin kaymak tabakasınız, sizleri şirketler havada kapacaklar" demişlerdi, ama kazın ayağı öyle değildi,2-3 ay boyunca her gazete ilanına başvurdum,durum pek havalardan kapılmışım şeklinde de değildi,sonunda o zamanlar ne olduğunu bilmediğim "medya planlama" konusunda Universal McCann'de iş buldum, iş zevkli değildi, insan kalitesi oldukça zayıftı ama dönemin gelişen işlerinden birisi olduğu için her zaman yıllık olarak iyi maaş artışı aldım,riskte yoktu Genel Müdür oluncaya kadar,eski yönetim bir takım yolsuzluklarla işten uzaklaştırılınca şirketi yönetme pozisyonunu almış ve daha ilk günde ne yazık ki 108 kişilik olan şirketi 44 kişiye, nedeni benden kaynaklanmayan sebeplerden işten çıkararak düşürmek durumunda kaldım.Ondan sonra bu eski yönetimin yolsuzluklarını mümkün olduğu kadar o zamanki müşterilere teker teker açıklamak durumunda kaldım.Öyle toplantılar oldu ki, kimisi bana hırsız edasıyla bakıp karşımda tesbih çekti, kimi eski yönetimle yaptığı "enteresan" işlerin ortaya çıkmaması için işi bizden aldı, işten çıkarılan elemanlar bana "cellat" diye isim taktılar,zor zamanlardı.
İşe genel olarak baktığında reklamveren - mecra ikilemesinde aracı rol oynayıp her iki taraftanda sürekli dayak yiyen parti idi "medya ajansı".Reklamverenin hırsız diye baktığı,güvenmediği,karşımıza geçip ego tatmini yaptığı,ezmeye çalıştığı ,geçen yıllarda yanınızda çalışan çoluk,çocuğun müşteri tarafına geçip terbiyesizleştiği, kendi yaptıkları kirli işleri bu kadar açık,bilinçsiz ve pervasızca uyguladıkları,seni aptal yerine koymaya çalıştıkları bir tiyatro sahnesiydi ortam. Bu kadar paranın insan kalitesi "0" denecek adamların etrafında, çeşitli mutluluk zincirleri ile sürdüğü ve hiçbir şeyin "yaratılamadığı" bir iş koluydu medya ajansçılığı.
Gün geçtikçe bundan daha fazla nefret ettim,öyle zamanlar oldu ki aynı gemide olduğunu sandığın takım arkadaşlarım beni arkamdan bıçakladı herşeyin üstüne..
Ortam böyle olunca, doğal olarak bunlardan arınmaya çalıştığım bana bir pazar günü başkalarına normal gelebilecek"iş nasıl gidiyor?" sorusunun cevabı
"
Sato
Yine bir Kasım ayının ilk günleri.. Iki senedir sevmiyorum bu zamanları,gözlerimden yaşlar süzülüyor,ağlıyorum yine bugün elimde 2 senedir sahipsiz kalan değerli dostumunun tasmasını tutarken.
O beceriksiz katilin seni benden ayırdığı,gecenin bir vakti o tatsız telefonun çalmasından bu yana tam iki uzun sene geçti, biliyormusun aziz dostum o günle beraber benim için bir dönem kapandı, giderken bile bana "hadi artık" mesajını vermenle beraber.. Ilk buluşmamızı daha dün gibi hatırlıyorum, üzerindeki kırmızı hediye kurdelenle daha evin içinde ilk ısınma adımlarını atarken o sevgi başlamıştı bende, akabinde bir türlü eğitime cevap verememen, ormanda sen başka köpeklerin peşinde ben senin peşinde koşmamız, ilk kirpiyi gördüğünde hem korkup hem çevresinde dönerek "bu nedir?" Dercesine havlaman, yaptığımız onca yürüyüşün ortasında yere çömezim daha adım atmayıp benim yüzüme bakıp kendini taşıttırman, sana saldıran başka köpeklere karşı hiçbirşey yapmayıp seni defalarca korumak durumunda kalmam, bir öküzün boynuzları arasından seni son anda almam, zaten hiçbir zaman anlamadım kim kimin efendisi diye:)
Varsın olsun, bu dünyada senin sayende öğrendim karşılıksızlığı,çıkara dayanmayan o sonsuz ve ulvi sevgiyi,aşkı,dostluğu...
Benim için sen bir köpek olmadın hiçbir zaman, insandın, hatta insanın dibiydin,bir mesajdın hayatımda.Umarım cennette mutlu mesutsundur aslan dostum SATO, seni çok özledim RIP:( Beni soracak olursan, bu yakada değişen birşey yok dostum, insan kılığındaki köpeklerin çirkeflikleri,hesapları,çıkarları, sevgisizliklerine, yalanlarına bakıp gülerek süremi dolduruyorum... Ileride görüşmek umuduyla..